Nihilist Alarm, Şer/h, Şiiranaliz, Hayatım: Rengârenk Bir Zifiri Karanlık kitapları ile kitapseverleri şiirin büyülü dünyasıyla buluşturan Şair Furkan Çirkin ile şiir üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Şiir alanında birçok ödülü bulunan Furkan Çirkin, şiirde gelenekçi veya yüzünü Avrupa’ya dönmüş yeni akımları tamamen kabul etmeyerek, “Batıya yönelip onu en derinlemesine öğrenmek ama gelenekten de en derinlemesine yararlanmak ve fakat her ikisini de aşıp yeni bir şiir yaratmak, asıl mesele” ifadelerini kullandı.
Fuat ÇALBAY
Kitabın en uzun şiiri “Nihilist Beşik Nihilist Mezar”. Bu şiir, ilk kitabınız “Nihilist Alarmın bir devamı niteliğinde mi?
Nihilist Alarm “dogmatik uykulardan uyandırmak” için çaldı. İki baskıda toplam sekiz yüz kişiye falan çalmıştır doğrudan. Dolaylı olarak da artık kaç kişiye şöyle ya da böyle çaldıysa… Bu arada ise ikinci şiir kitabım Şer/h var. Ama her üç kitabım da dip akıntılarla, şöyle ya da böyle birbirinin devamı niteliğinde, evet. Şiir zaten yazılan bir şeyden ziyade yaşanan bir şey. Dolayısıyla değişimler olsa bile bu değişimler birbirinden tamamen bağımsız olmuyor. Ben insanların bir özü olduğuna inanmıyorum. Varoluşçu bir felsefeye yakın duruyorum. Yani “varoluş özden önce gelir”. Yaşantılarımız, yaşadıklarımız, istemeden de olsa girdiğimiz yollar, hatta dahası girmediğimiz, giremediğimiz yollar, bizim özümüzü yaratır. Yıllar içerisinde değişiriz, özümüz de değişir. Bu insan olan için geçerli tabii. Kapitalist düzenin robotlaştırdığı büyük yığınlar için değil. Her neyse devam edecek olursam; insanın özü zaman içerisinde yaratılmaktadır. Bu değişim ise birbirinin devamı niteliğinde… Bu arada Hayatım: Rengârenk Bir Zifiri Karanlık kitabımdaki bazı şiirlerim, varoluşçu felsefeyle de bir hesaplaşma içeriyor. Örneğin; insanın seçimleriyle kendi özünü yarattığını iddia eden varoluşçulara bir cevap niteliğinde “Tüm Seçmediklerimin Bir Toplamı Olarak: Ben” şiirim. İşte bu minval üzre, insanın devamlılık arz eden bir dönüşüm süreci, şairin de devamlılık arz eden bir dönüşüm süreci var. Benim şiirlerimin de –en aykırı ve birbirinden farklıymış gibi görünenlerinin bile- birbirinden tamamen bağımsız olduğunu ileri sürmek olanaksız. “Nihilist Beşik Nihilist Mezar” şiirim, ilk kitabımdaki “Nihilist Alarm” şiirimin ve diğer şiirlerimin doğrudan bir devamı değil ama o şiirlerden nüveler barındıran bir şiir. Hatta bu kitaptaki “Kum Kırığı Ayrılık Cam Kesiği İntihar” şiirimi, daha fazla devam niteliğinde sayabilirim. Çünkü Nihilist Alarm kitabım daha lirik bir kitaptı ve lirizm içerisinde nahif bir felsefi derinlik içermekteydi. Bu şiirim de –her ne kadar Nihilist Beşik Nihilist Mezar şiirim ad olarak ilk kitabın devamıymış gibi görünse de- daha fazla devam unsurları içermekte: “Henüz ufalanmamış sert bir kaya olarak kuma inanırım ben / Paramparça keskin bir cam olarak kuma…” Bu mısralar, camın kumdan yapılmasına ve kumun da kayalardan ufalanarak oluşmasına atıfla nahif bir lirizm temeli atıyor. Daha sonra şöyle devam ediyor: “Henüz tanışmadığımızdan önceki sana inanırım ben / Ayrıldığımızdan sonraki sana…” Aslında bu kitaptaki, ilk iki kitabımın devam niteliği özellikleri en fazla taşıyan şiir bence bu. Nihilist Beşik Nihilist Mezar ise ismen benzerliği sürdürse de daha gündelik dile, konuşma diline yaklaşan bir şiir. Bu özelliğiyle çok farklı.
Kitabın son şiiri, en büyük hacme sahip şiirlerden biri de olan “İntikamım Kendimdir”, sert bir söylem içeriyor. Şiirden uzaklaşıyor mu sizce diğer şiirlere oranla?
İlk soruya verdiğim cevaplardan sonra bu soru çok güzel oldu. Lirik şiir, somut şiir… Şiirsel söylem, konuşma dili… Ve bunlara benzer birçok ayrım yapılabilir. İlk iki kitabımdan keskin bir kopuş içermese de Hayatım: Rengârenk Bir Zifiri Karanlık farklı bir kitap oldu benim şiir dilim açısından. Klasik şiirsel üslubu içeren şiirlerle başlayıp yavaş yavaş o üsluptan uzaklaşan ve kitabın sonunda daha farklı bir yere savrulan bir bütün… Bunu bilerek yapmadım tabii. Çok uzun süreç içerisinde yazılmış şiirler, bu şiirler. Bahsettiğim naif ve şiirsel, şairane üsluplu lirik diyebileceğimiz şiirler nispeten daha eski. İntikamım Kendimdir –ve onun kadar keskin olmasa da kitaptaki birkaç diğer son şiirler- ise daha yeni şiirler. Genel olarak imgeyle şiiri özdeşleştiren bakış açısı, daha somut ve doğrudan söylemli şiirlerin şiirden uzaklaştığını düşünmektedir haklı olarak. Bu açıdan bakılırsa tabii ki Kum Kırığı Ayrılık Cam Kesiği İntihar şiiri, İntikamım Kendimdir şiirinden kat be kat daha iyi bir şiir. Ve İntikamım Kendimdir, kitaptaki diğer şiirlere oranla şiirden daha uzaklaşmış bir metin. Ama bir diğer taraftan da İntikamım Kendimdir şiiri, belki de olması gereken yere doğru bir yönelimdir. Ben şairim. Her ne kadar poetika, şiir incelemesi, şiir üzerine felsefi yazılar vb. yazsam da bunlar hep ikinci planda. Şair ise hissettiğini yapmalı, tam da olması gerektiği gibi yazmalı. Doğrusu bu diye değil. Bir yol haritası koyup ona göre değil. Bir manifesto yazıp kendini ona uydurarak değil. Dolayısıyla şair olarak cevapladığımda, o şiir için o zaman dilimindeki his ve üslubum bu şekildeydi, demeyi uygun görüyorum. Belki daha da şairanelikten-şiirsellikten uzaklaşacağım, bilemiyorum. Ama bunu planlamayacağımı söyleyebilirim. Şair cephedeki kişidir. Edebiyat profesörleri, edebiyat tarihçileri, eleştirmenler, şiir incelemecileri, cepheden çok daha arkalarda güvenli alanlarda savaşın sıcak noktasının hinterlandındadır. Onlar, planlı programlı hareket edebilirler ve hatta etmelidirler de. Ama şair, cephede sıcak noktada savaşan biri olarak, anlık hareket eder her daim. Bazen çok fazla şiirden uzaklaşmak, aslında şiire gerçekten çok yaklaşmak anlamına gelebilir. Cephedeki sıcak gelişmelere göre…
Kitaptaki şiirleriniz hangi yıllar arasında kaleme alındı?
Bu soruyu çok kısaca cevaplayacağım çünkü çok belirli bir zaman diliminde oluştu kitap. 2019’un sonlarından 2022’nin başlarına… Nihilist Alarm 2019 ve 2020’nin başında baskı yaptı. Şer/h ise 2020’nin yazına doğru… Aslında iki dosya da 2014-2015’teki şiirlerden başlayıp 2019’daki şiirlerde bitiyordu. O beş-altı yıllık şiirlerim ilk iki kitabımı oluşturdu. Daha sonraki iki buçuk-üç yıllık süreçte yazdığım şiirler ise Hayatım: Rengârenk Bir Zifiri Karanlık’ı oluşturdu.
“Şiir: Şairin Araf’ı” şiirinin bir bölümünde “Yani kısaca şair hamaldır, taşır ha taşır / Dergâha odun taşır, oduna dergâh taşır” diyorsunuz. Yunus Emre’ye ve onun dergâhına bir gönderme var mı, varsa şiirlerinizde Yunus Emre’nin yeri ve önemi nedir?
Kesinlikle var. Galiba bütün şiirlerimde bir şekilde Yunus’un etkisi dolaylı da olsa mevcut. Yunus Emre’yle ilginç bir şekilde çok küçük yaşlarda tanıştım. Henüz yalın bir dilinin olması hem de bu sade söylemin çok derin felsefi içerikler barındırması beni, yaşamımın her döneminde etkiledi. Yunus Emre, o dönemki dini hâkimiyete de toprağa dayalı güce de devlet iktidarına da hiçbir şekilde boyun eğmemenin bir sembolü. Günümüzde kapitalizme ve küresel bu virüse karşı da hâlâ önemli bir panzehirdir bence Yunus’un şiirleri. Tabii her kesim kendine göre kullanıyor Yunus’u. Ama gerçek ardılları şairlerdir ve onu en iyi şairler anlar. Kapitale, kapitalizme karşı ömrünü vermiş Nazım Hikmet’in şiirlerinin bir banka yayınevinden satılıyor olması kadar trajikomik bir şey, Yunus Emre’nin ya kapitalist İslamcılar ya da küresel hümanist evrensel değerci Batıcılar tarafından kullanılıyor olması. Nasıl ki Nazım Hikmet, şu anda onun şiirlerini basan kapitalistlere düşmandı… Yunus Emre de günümüzde onun adını kullanan kesimlere düşman… Ama onunki öyle nahif bir düşmanlık ki başka bir ermişlik boyutunda, o ayrı mesele. Şiirine gelelim, şiiri gerçekten önemli bir şiir. İntikamım Kendimdir şiirimde de örneğin; Yunus’un “bir ben vardır bende benden içeri” mısralarına “bir her vardır yokta vardan içeri” mısralarımda göndermede bulundum. Yunus, hem benim yazdığım şiirin Türkçe olması nedeniyle Türkçenin yaratıcılarından olduğu için hem de benim felsefi anlamda geldiğim damardan olduğu için önemli bir yere sahip bende ve şiirimde. “Düşmanımız kindir bizim”. Birini taciz etti, birine tecavüz etti, elli kişiyi öldürdü, yaşlı adamın altınlarını çalıp adamı öldürdü, her ne yaptı ise yaptı işte, hani günümüzde var ya, işkence yapacaksın bunlara, bunları şöyle yapacaksın falan diyenler. İşte feministler toplanıp birine sözlü tacizde bulunan birini linç ediyorlar ya da İslamcılar toplanıp dinle alay eden birini öldürüyorlar veyahut tüm kapitalistler birlik olup gasp ve insan öldürme fiillerinin failini linç ediyorlar ya… İşte ben, en ağır suçlunun bile insan haklarına sahip olduğunu düşünen bir damardan geliyorum, Yunus’ların damarından. O kişinin hiçbir şekilde en ufak bir düzelme ihtimali bile yoksa hatta idam bile edilmesi şartsa… Darağacına götürüp idam ederken bile, senin bir suçun yok, görsek bile inanmayız, seni bu hâle aslında etrafta toplanıp sana kinini kusan şu büyük yığın getirdi, demesini bilen bir damardan… Hiç kimsenin tekil olarak suçlu olmadığı, o kinimizi kustuğumuz bir günah keçisinden ibaret kişinin de aslında sistem veya düzen tarafından o hâle getirildiğini bilen bir damardan… Şer/h kitabımda da bir mısram “işte bütün bunlar hep Ene’l Hak” şeklindeydi. Yunus’ların, Nesimi’lerin damarından devam bir mısra… Hiçlik makamı da hem gelenekten bir damar olarak hem de nihilist bir tavır olarak okunabilir. Bu kitabımda ise Nihilist Alarm’daki ağır basan “hiç”lik ile Şer/h’teki ağır basan “her şey bir” tasavvufi fikrinin birleşimi var denilebilir. Tüm bunlar geçmişten tamamen kopuk ama aslında. Modern bir söylem içinde hatta modernizmi bile aşmış ve eleştiren bir söylem: “Yani her şey bir: Ene’l Hak / Ve hiçbir şey: Yok”.
Anladım çok teşekkür ederim Türkiye’de son günlerde çokça tartışılan gündeme gelen konuyu size de sormak isterim. Sizce gelenekçi ve sokağa dökülmeyi başaran bir edebiyat mı yoksa gelenekten uzak kuralsız yüzünü biraz daha Avrupa’ya dönmüş yeni akımlar mı?
Önceki sorulara verdiğim cevaplar, biraz bu konuya da cevap niteliğinde… Ben Batıya düşman biriyim. Kapitalizme düşman… Dolayısıyla evrensel Batı değerlerine yönelen akımlara sıcaklık duymakta zorlanıyorum. Gelenekçi olandan kopalı ise çok uzun zaman oldu. Benim gelenekle bağım, gelenekteki kadim düşünceleri günümüz kapitalizmine göre güncelleyip onlardan güç alarak anti-kapitalist bir saldırıda kullanmak şeklinde. Yani derdim tamamen kapitalizmle… Bu düzen çöksün, varsın kuru ekmek yiyelim. Ama bu düzen devam edecekse, bırakın Mars’a gitmeyi, en uzak galaksilere uçmayı bile neyleyim. Yine Yunus’a bir göndermeyle “ilim kendin bilmektir”. Bunca şey, koca koca teknolojik aletler, devasa gökdelenler, şunlar bunlar, yani kısaca Batı… Yunus’un sırtında iki odunla yürürken kendi içine yönelmesinin çeyreği eder mi acaba? Tabii şiir, özellikle de günümüzdeki şiir, bundan ibaret olamaz. Tüm bir Batı felsefesine ayrıntılı bir şekilde hâkim olmak da gerek. Yunus’un modern dönemde Batıdaki bir örneği Nietzsche’dir bence. Tüm bir Batı düzeninden nefret eden ama önce onun tüm felsefi arka planını herkesten daha iyi bilen biri… Dolayısıyla şöyle özetlemek istiyorum iznin olursa; Batıya yönelip onu en derinlemesine öğrenmek ama gelenekten de en derinlemesine yararlanmak ve fakat her ikisini de aşıp yeni bir şiir yaratmak, asıl mesele.
Pier Paolo Pasolini göre neticede her şey politiktir der burada aslında şiire kötülükçe bir ayrım vardır, şairin şiirdeki öznel varlığını soyutlayıp siyasal bir uç ile kutupsal bir sıyırma uzaklaştırma oluyor bu konu hakkın da ne düşünüyorsunuz?
Haksız değil. Aristoteles, insan “zoon politikon”dur derken insanı insan yapan asıl özelliğin onun siyasal bir hayvan olması olduğunu söylüyor. Gerçekten de kapitalizm, insanlıktan uzak bir sistem. Edip Cansever’in “bu düzen size insanlığınızı unutturacak” dediği… Unutturdu da. Kapitalizm, apolitikleştirme projesidir de. Bir insan ne kadar siyasal olmaktan uzaklaşırsa o kadar insanlıktan da uzaklaşır. Şiir ise en insani, en insana ilişkin olandır. Şair, apolitik olamaz. Fakat buradaki siyasal kavramını gündelik siyasetten daha aşkın bir kavram olarak anlamalıyız. Gerçek şiirden yana tavır almak, çok ama çok iyi bir şiiri – çok az satsa da hiç bilinmese de- savunmak, bir bakıma politik bir duruştur da. Ben siyasal varlığımı şiirden yana koyan biriyim. Bir söyleşide “şiir için ölmeyecek, öldürmeyecek kişi şiir yazmasın da zaten” demiştim. Arkasındayım. Bir sermaye yayınevinde yayımlanıp birilerince alkışlanmak şairlik falan değildir. Bir şair, herkesten daha politik olmalı ama benim politik duruşum şiirden yana. Herkes ve her şey karşı dursa da, şiirle şairlikle alakası olmayan yüzlerce kişi köşe başlarını tutup müteşairleri öne çıkarma gayreti içinde olsa da, gerçek şiirin tarafında durmak bir siyasal kimlik meselesidir. Şiirden taraf olmak da politik bir duruştur.
Dönem dönem şairler genel de hepsi kendini en çok bulduğu varlığını daha çok hissettiğin şiirleri olur sizin de böyle bir şiiriniz var mı?
Bütün şiirlerimi derinlemesine hissettiğimi söyleyebilirim. Kitabımın adı bile benim hayatım aslında. “Hayatım: Rengârenk Bir Zifiri Karanlık”. Ama şimdi aklıma gelen bir şiir başlığımı söylemek istiyorum. Bu kitaptaki bir şiirimin başlığı, hatta şiir de değil, doğrudan sadece başlık beni tanımlıyor.“Tüm Seçmediklerimin Bir Toplamı Olarak: Ben”
Aşk ve Hiç şiirlerinde 5 yılık uzun gecen bir süreç görüyorum bize biraz bu süreçten bahseder misiniz?
Nihilist Alarm kitabımda üç bölüm vardı. Aşk ve Hiç şiirleri ise son bölümü oluşturuyordu. Kısa üç şiirden oluşan bu bölümü beş yıllık bir süreçte yazdım. İlkini yazdıktan beş yıl sonra o şiirin devamı aklıma geldi desem yanlış olmaz galiba. Aynı kalıp ve üslupla iki şiir daha yazdım ve bölüm bitti. Planlanmış bir şey değildi. Ama bu süreçte benzer bir şiir dilim devam ediyordu. Bu nedenle çok da anormal bir durum değil bence. Örneğin bu üçüncü kitabımdan sonra Aşk ve Hiç şiirlerine bir dördüncüsünü eklesem bu, anormal olabilir benim açımdan.