Mersin’de Okul Öncesi Öğretmeni Gülperi Fatih, Alfred Adler’in Güç Eğitilebilir Çocuklar kitabından alıntılar yaparak pandemi sürecinde çocukların eğitim yaşamında meydana gelen değişikliklere dikkat çekti. Fatih, izolasyon sürecinden sonra çocuklarda dikkat dağınıklığı, sosyalleşememe gibi sorunları gözlemlediklerini söyleyerek ailelere önerilerde bulundu.
Pandemi süreci yetişkinlerle birlikte çocukların da yaşam ve eğitim alanlarında çeşitli değişikliklere neden olduğunu söyleyen Okul Öncesi Öğretmeni Gülperi Fatih, ailelere ve eğitimcilere Alfred Adler’in Güç Eğitilebilir Çocuklar kitabını okumalarını önerdi. Fatih, gözlemleri ve kitap incelemesi ile ilgili şu konulara değindi:
“BU SÜREÇTE BİZ EĞİTİMCİLERE BÜYÜK GÖREV DÜŞÜYOR”
“İzolasyon süreci çocukların sosyal ve davranışsal gelişimlerinde olumsuz etkileri olduğu gibi, teknoloji bağımlılığına uygun ortam sunması sonucu çocuklarda dikkat dağınıklığı gibi çeşitli bilişsel tahribatlara yol açtı. Eğitimciler olarak; izolasyon sürecinin sona ermesi ve çocukların sosyal ortama karışmaları ile çocuklarda çeşitli davranış sorunları gözlemlemekteyiz. Bu davranışlar, eğitim düzenlemeleri ve ebeveynlere sağlıklı rehberlik yapabilme noktasında biz eğitimcilere önemli sorumluluk düşmektedir. Bunu da çeşitli araştırmalar, okumalar, güncel eğitimler, literatür taramaları gibi bilimsel çalışmalarla yapmanın mümkün olduğunu biliyoruz. Bu kapsamda, hem ebeveynlerl hem de meslektaşlarımla okumasını yaparak, kendimce değerlendirmesini yaptığım Güç Eğitilebilir Çocuklar kitabını paylaşmak istiyorum. Bireysel psikolojinin kurucusu Alfred Adler ‘in, toplumsallığın ne kadar önemli olduğunu anladığımız bir süreçten geçtiğimiz şu günlerde yolumuzu, ruhumuzu ve bakışlarımızı aydınlatacağını umuyorum.”
“AİLELER ÇOCUKLARINI GEREĞİ GİBİ EĞİTEBİLSE, OKUL DENEN ŞEYE GEREK KALMAZDI”
Adler önce ailelere seslenerek, “aileler çocuklarını gereği gibi eğitebilse, okul denen şeye gerek kalmazdı,” diyerek başlıyor ışıl ışıl cümlelerine. Okulun kuruluş amacının sınıfsal bir duruma hizmet ettiğini de görmek gerektiğini vurguluyor. Bir zamanlar soylu ailelerin çocuklarına hizmet için oluşturulan prens okullarından bahsederken de aslında devletin yönetim mekanizmalarında çalışacak insanlar yetiştirilmek amacı ile okulların oluşturulduğunu anlatıyor.
Günümüz okullarında eğitimin amacının evrildiği yere göz atacak olursak, okula düşen ödevini ise şu şekilde özetliyor Adler: “İleriki yaşamlarında bağımsız çalışacak, tüm toplumsal zorunlulukların yalnız başkalarını değil, kendisini de ilgilendirdiğini benimseyip yerine getirilmesine kendisi de katkıda bulunacak insanları yetiştirmektir.” Burada bireysel psikolojiden hareketle Adler’in “toplumsallık” olgusuna hemen her sayfada dikkat çektiğini görüyorsunuz. Toplumsallıkla aslında bireyin hayatla ve en genelde içinde bulunduğu evrenle kurduğu anlamlı ve derin bir bağdan söz etmektedir. Toplumun koyduğu kuralları sorgusuz sualsiz kabul etmek değildir toplumsallık. Toplumun (bütünün) bir parçası haline gelerek değişim ve dönüşümün öznesi olmak ve toplumsal durumlara duyarlı bireylerin yetiştirilmesidir okulun amacı. Ve ekler; “fizyolojik bir olay değildir anlamak, nesneler arasındaki ilişkileri kavramaktır.”
“ÇOCUKLARI ANLAMAKTA DERİN BİR PSİKOLOJİ BİLGİSİNE SAHİP OLMAK GEREKİR”
“Bu noktada öğretmenlere seslenir Adler: “Çocuklar size eğitilmiş olarak gelir; sizin yapmanız gereken şey, eğitimlerinde daha önce düşülen hataları düzeltmektir.” Burada öğretmenlerin çocukları tanımakla kalmayıp, aileleri ile de ilgili bilgi sahibi olması gerektiğini belirtir ve sadece bununla da sınırlı kalmayıp, çocukları anlamakta derin bir psikoloji bilgisine sahip olunması gerektiğini vurgular.
Çocuksal Yaşam Üslupları bölümünde çocukların olaylar karşısındaki duygu durumlarından ve tavırlarından bahsederken aile içerisindeki tutumların etkisini analiz ediyor vakalarla. Burada, Güç Eğitilebilir Çocuklar’dan kasıt bilindiğinin aksine, herhangi bir engeli olan çocuklar değil ailelerin davranışları sonucu çocuklarda ortaya çıkan yaşam üsluplarında oluşan sakıncalı durumları anlatıyor Adler.
Ve burada çocuğun hayatındaki can alıcı nokta olan aile tutumlarına giriş yapıyor. Çocuklara yaparak yaşayarak öğrenme fırsatı verilmesinin önemini anlatırken; “Çocuk bir şey yapmak zorunda kalmadığı, dilediği her şeyi ele geçirdiği sürece kendi kendisi için biçtiği değeri asla açığa vurmayacaktır.” diyerek çocukların her istediğinin yapılmasının, çocukta bir hegomanya oluşturma ve çocuğun istismar edilmesi olduğunu anlatmaktadır.”
“HER YENİ DURUM ÇOCUK İÇİN BİR ZEKA SINAVI, BİR KARAKTER TESTİDİR”
“Psikoloji ders kitaplarında, çocuklara bir şeyi elde etmek için istemenin yeterli olacağı ve istemenin eylemin başlangıcı olduğunun kanıtı olduğu yanılgısından çıkmak gerektiğini anlatıyor. İstemekle eylem arasındaki büyük karşıtlığa dikkat çekerek hayatı bir eyleme haline dönüştürmek de çocuklarımıza rehber olmamız gerektiğini söyler Adler. “Her yeni durum çocuk için bir zeka sınavı, bir karakter testidir,” diyerek Adler durumu özetlemektedir aslında. Çünkü, bir güçlük karşısında kalındığında ancak düşünme başlar.
Her bir kelimesini burada paylaşmak istediğim; ancak bunun mümkün olmadığını bilen bir noktada şu anlamlı paragrafla tamamlamak istiyorum: “Doğrusu tüm dünya bizim kendi içimizdedir, gerçekle aramızda öyle bir bağ bulunmaktadır ki, gerçek dediğimiz şeyin kendi içimizde olduğunu söyleyebiliriz. Bizler “bütün” ün bir parçasıyız, toplumla çözülmez bir bağ içindeyiz; dolayısıyla ideallerimiz de toplumun öngördüğü doğrultuda geliştirilmiştir.”
Gerçeğin içimizde olduğu kısmını piyasadaki kişisel gelişim safsataları ile karıştırmamak ve “toplumun öngördüğü şekilde isteklerimizin şekillenmesini” de bir teslimiyet ve pasifize olmak durumundan daha derin vurgular olduğunu görmek için kitabı okumanızı tavsiye ediyorum.”