Bugüne kadar birçok kültür sanat dergisinde yazdığı yazılarıyla okuyucuyla buluşan Şair Süleyman Berç Hacil ile Ruanda Kırsalı ve Ölük Havhav kitapları üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Şairin beş duyu organını da kullanarak hissetmeyi bilmesi gerekliliğinden söz eden Hacil, en geç Mayıs ayında çıkacak yeni kitabının da müjdesini verdi.
HABER: Fuat Çalbay
Süleyman Bey, okuyucularımız için kendinizi tanıtır mısınız?
Memnuniyetle. İsmim Süleyman Berç Hacil. Görüyorsunuz tam şair ismi. Marka. Ailem koyarken şair olacağımı düşünmemiş ama. O kadar ileri görüşlü değillermiş (Gülüyor)
İstanbul Maltepe’liyim. Doğma büyüme buralıyımdır. Bir memleketim varsa eğer onu Süreyaplajı semti olarak görüyorum. Süreyaplajı Maltepe’nin kıyıda yer alan güzide bir semti. Köklerim ise Karadenize, hatta Kafkasya’ya dayanıyor. E-Devlet alt üst soy uygulamasında görmüştüm. Lisede Motor Meslek okudum. Sonra üniversitede İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema okudum. Zaten teknisyen olmazdı benden. Ellerim küçük benim. Medya, elleri küçük erkekler için otomotive göre çok başarılı olacakları bir alan. Fakültede okurken ufak prodüksiyon şirketlerinde çalışmaya başladım. Tv kanalları vs derken böyle ilerledi gitti. Yıllardır basın-yayın sektöründe çalışıyorum. Senarist olarak girmek istediğim piyasada kurgu yapıyorum ama mutluyum. Yazma serüvenim şiirle ilerliyor. Yıllardır dergilerde şiirlerim yayımlanıyor. İş-güç, şiir dışında elimden geldiğince iç huzuruma katkı sağlayacak şeyler yapmaya çalışan biriyim. Yürüyorum. Koşuyorum. Bir Amerikan sitkomunun iki bölümü süresince koşabiliyorum. Şiir yazmaktan zordur bu. Spor önemli. Ayrıca hassas bir kimseyim. Estetik gözüm kuvvetlidir. Estetikten anlarım. Çirkin denilen şeylerde kimsenin görmediği estetik yanlar bulurum. Kitsch severim. Sinemayla da aram iyidir. Nerde iç bayıltan film var izlerim. Şiirime de katkısı olduğunu düşünüyorum. Maç izlemeyi severim. Bir yanım Beşiktaş bir yanım Fenerbahçeli‘dir. Avrupa maçlarında tüm Türk Takımlarını desteklerim. A Milli Takımı da severim. Nihat Kahveci İspanya’da oynarken Real Sosiedad’ı tutardım.
“ŞAİRİN BEŞ DUYU ORGANINI DA KULLANIYOR OLABİLMESİ ÖN ŞART”
Sevgili Süleyman sizce bir şair olmak için ne gibi bir donanıma sahip olmak gerek? Yetkin bir şair olma yolu nerede geçer?
Öncelikle kişinin beş duyu organını da kullanıyor olabilmesi ön şart (Gülüyor). Güldüğüme bakmayın gerçekten bu doğru. Görevi bir anlamda hissetmek ve zorunda olmamasına rağmen ‘‘hissettirmek‘‘ yani duygu geçişi sağlamak, okuyanlarının duygu dünyasında iyi veya kötü dalgalanmalar yaratmak olan bir insanın, şairin en önce ‘‘hissetmeyi‘‘ bilmesi gerekli. Bu kelimeyi sevmem fakat maalesef kullanmam gerekiyordu. Özellikle kötü roman yazarları ‘‘hissetti‘‘ kelimesini bir can simidi gibi kullanırlar. Şairlerin ise görüldüğü üzere böyle dost meclislerinde açıklama yaptıkları zamanlarda işlerine yarıyor.
Yetkinlik konusuna gelirsek, her mürekkep yalamış insanın da doğrulayacağı üzere, okumak lazım. Okumadan, zihnin açılışını sağlamadan nitelikli eserler çıkarmamız çok çok zor. Bu uzun bir süreçtir. İnsanın kanına giren yazma zehrinden sonra hiç kopmadan yazarın yazın hayatıyla paralel şekilde ilerleyen uzun bir yol. Entelektüel olmak önemli. Bilmek önemli. Haberdar olmak önemli. Tatmak önemli. Yaşamak önemli. Yaşamak. Görüyorsunuz, her sözün sonu hissetmeye geliyor. Yani beş duyu organı. Alkol almamaya çalışıyorum. Kendimize iyi bakmalıyız.
Bugün günümüz edebiyatçılarının ortak ve bana göre en büyük sorunu yetkin ve donanımlı bir eleştirmenin olmayışı. Bu konu hakkında fikirlerinizi alabilir miyiz?
Yanılıyorsunuz desem sizi şaşırtmış olur muyum? Eleştirmenlerin görüşleri edebiyat kişilerinin pek de (!) işlerine gelmediğinden ötürü, gerçek eleştirmenlerimizin isimlerini, bu alanda fazla tanınmayan yazarlarımız-şairlerimiz kadar dahi bilmiyoruz. Üzücü. Eleştirmen nihayetinde yazarın ilerlemesi adına yol açar. Orada yapılan her eleştiri, yazma ülküsüne sahip yazarın yanlışını ya da eksiğini göreceği için mutlu eder, etmesi gerekir. Ülkemizde olan ise aman eleştirilmeyeyim korkusu. Aman kimse bana sıçramasın. Bana denilen her aleyhtar cümle çamurdur. Yahu aslında öyle değil! Karşı tarafı da dinlemek, ne dediğini anlamak gerekli.
Eleştirmen var ama eleştiriyi kabul etmeyen bir yazamayanlar ordusu da var. Bu kişileri kendilerine yapılan eleştirileri kabul etseler elbet yazar olarak niteleyebilirim fakat ne çare bu pek mümkün görünmüyor. Kuşağımdaki birçok insan böyle. Kuşak lafını da sevmezler bu arkadaşlarımız (Gülüyor). Ayrı bir hassasiyetleri var anlayamadığım.(Düşünüyor)
Bu dönemde eleştiri yazıları ancak birbirlerini pohpohlayan şair arkadaşların birbirleri hakkında olumlu görüşleri olarak izleniyor. Bu aynı satılmayan kitaplarını birbirleriyle değiş tokuş eden şairlerin arkadaşlıkları gibi. Araları iyiyse tamam. Kimse umurlarında değil…
Ezcümle iyi edebiyatçılar var. İyi eleştirmenler de var. İyi eleştirmenleri görmek istemeyen sahte -emitasyon- edebiyatçılar var. Eleştirmenlerin sözlerini önemseyen ama sonunda gene kendi bildiğini okuyan asıl sanatçılar var. Bu değil midir sanatçı? Ben de size sorayım madem (Gülüyor)
“SABİT KALIRSAK ÖLÜRÜZ ZATEN”
Özel bir soru olmazsa eğer, edebiyat dünyasında çağdaşlarınıza göre bugün; hayalini kurduğunuz/kurmuş olabileceğiniz başarı veya popülariteden uzak olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Güzel soru (Birkaç saniye düşünüyor). Başarı ve popülerlik diye adlandırdığımız şeyler nelerdir, sonuçları neler getirir bunları incelemek lazım. Yazmaya başladığım ilk yıllarla şimdiki yıllar arasında kabul edebileceğimiz üzere büyük bir değişim var. Zamanın sabit kalmadığı gibi insan da bu süreçte sabit kalamıyor. Kalırsak ölürüz zaten.
2009 yılında başladığım yazma maceramda yıl 2022’yi gösterdiği vakit kendime dönüp baktığımda bende her şey gibi çok değiştim. Kendi tarihim adına olumlu yönde bir dönüş oldu bu. Yirmi-yirmibeş yaşlar arası ruhen dibe ilerlerken, yirmi beşten otuza doğru dipten, yavaş yavaş ve çırpınarak çıkış yaşadığım bir süreç yaşadım. Otuz bir yaşında hala daha yaşamaya da devam ediyorum. İlk yazdığım şiiri, lise sonda hoşlandığım kız için, ondan uzak kaldığım zamanlarda yazmıştım. -O yıllarda İzmir’deydim- İlk şiirimi yazarken -ki hala bende durur- yıllar sonra bu işi bir bakıma profesyonel anlamda yapacağımı, insanların benden şiirler isteyeceğini veya şairliğimi kabul edeceklerini aklıma getirmemiştim. Üniversiteyi kazanmam ve beraberinde gelen yıllar neticesinde keyif alarak şiir ‘‘karalamaya‘‘ devam ettim. 2011 yılı ise yazdıklarımın hoş olduklarını fark ettiğim yıldır. İnsan bir yandan olgunlaşırken bir yandan da okuma kültürünü geliştirdikçe, yazdıklarının şiir olup olmadığını anlayabiliyor. Üniversite ile birlikte okuma kalitem artmıştı. Şiirlerimi yavaş yavaş ama kendime duyduğum güvenin getirdiği heyecan dolu bir hevesle dergilere göndermeye başladım. Geri dönüşler uzun sürmedi. Fanzinler-dergiler. O zamanlar bu meşgaleyi ve bu meşgaleyle uğraşmayı -aslında şimdiki gibi- saygıyı hak eden bir uğraş olarak görüyordum. Fikrim, ‘‘yazanların, aklımda olmasını istediğim kıymeti‘‘ adına değişmedi fakat; bu işlerin içinde yer aldıkça ve gördükçe, özellikle kuşağımdan birçok kişinin bu işe, eski ustalarımızın verdiği değer kadar değer vermediğini; sırf bu işin popülerliği adına bu mecrada kalem oynattığına üzülerek şahit oldum. Halbuki edebiyat nam kazanmak adına dahil olunacak en son alandır. Şöhreti ön plana alarak yazan kişiler tüccarlardır, sahtekarlardır. Sanatçı elbet yazdıklarından, ürettiklerinden para kazanır, ünlenir, sevilir. Fakat gerçek sanatçı bu amaç uğruna yazmaz ve üretmez. Sanatçının derdi olandır. Depresif değil derdi olan. Bir şeyler iyi gitmiyordur ve bunları düzelmesini istiyordur. Bunu ifade için yollar arar. Açmazları mesele edinir. Belki de hayatına dair en tuhaf şeyler bile olabilir bu kafayı kırdığı durumlar. Burada bir parantez açmak isterim. Büyük laflar edildiğinde, insanların, özellikle şiir yazan bireyleri sürekli ciddi şeyler düşünen ve özel yaşantılarında ciddi olan bireyler olarak tahayyül ettiğini görüyorum. Hayata dair fikirler paylaşmak, hisler üzerine uğraşmak büyük bir meseledir! Şair elbet ki insan, herkes gibi yanlışları olabilir. Hatalar yapar, hatta kötü bir insan bile olabilir. Ama şiirle ahlaklı bir biçimde uğraşıyorsa, ne kadar havai bir insan olursa olsun; onu, ciddi bir işle uğraştığı ve bunu da doğru bir çizgide yaptığı için sanatçı kategorisinde değerlendirmemiz doğaldır. Konuyu dağıtmadım değil mi? Ben masum hayatıma devam ededururken, yıllar içerisinde birçok aymazlığa şahit oldum. Bu aymazlıklara her geçen gün artarak şahit olmaya da devam ediyorum. Artık umursamıyorum. Alıştım çünkü. Yükselme dönemim bana bunları alıştırdı. Şöyle düşünün. Şu an edebiyat camiasında, şiirleri köklü bir dergide çıksın diye, derginin editörüyle çay kahve içip gelecek sayıda şiiri çıkan kişiler var. Ödül almak için şiirini değil ilişkilerini kullanıp; bu uğurda şehir şehir gezenler var. Gruplaşmalar var. Çıkarları doğrultusunda yan yana olan şiir yazarları var. Rüzgar nereden eserse ona göre hareket eden yazıcılar var. Düşmanlığı şiar edinmiş, normalleştirmiş şairler var. Bakmayın aralarında kalemi kuvvetli, beğendiğim kişilerde bulunuyor. Sonra yalan söyleyenler var, yalancılar var. Marjinal olduğunu iddia edip fetihçi kitaplar yazanlar var. Tüccarlar var. Kitapları çıksın diye kucaklara oturanlar, omuzlara sığınanlar var. Şiirine bakmadan konuşmayı kendilerine yakıştırabilen ben bilirimciler var. Komik olanlar var. var oğlu var yani (Gülüyor, bir kaç saniye sessizlik ve tekrar konuşmaya giriyor). Ben bu kimselerden değilim. Kimsenin adamı değilim. Ödül almak ya da bir dergide çıkmak için kimseye yalakalık yapmış bir kimse değilim. Abi dediğim insanlara gerçekten sevdiğimden abi derim. Bu sebeplerden ötürü şu ödülü alacağım, şu dergide çıkacağım, sürekli pohpohlanacağım gibi düşüncelere kapılmak boş sevdalar gibi geliyor. Bu zamanda gereksiz ve yıpratıcı. Saydıklarımı yapan arkadaşlardan olsaydım şu an bende rahat bir kaç ödül almıştım, ismim birden fazla yarışmada anılmıştı vb durumlar başıma gelmişti. Ben bunu yapamam. Kendime yakıştıramam. Böyle gelecek bir popülerlik beni yalancıymışım gibi hissettirir. Eğer ki düzgün bir sistemde yaşasaydık; şu an olmak istediğim yer burası değil diyebilirdim. Fakat hal böyleyken kendimden, duruşumdan ötürü memnunum. Edebiyat dünyası ve bu dünyayı oluşturan kişiler sağolsunlar böyle düşünmeme sebep oldular. Düzen böyleyken tamda olmam gereken, en insani yerde olduğumu düşünüyorum. Allah utandırmaz da böyle devam ederim umarım.
“HER ŞEY İYİYKEN GÜZEL ŞEYLER YAPALIM”
Peki edebiyat alanında ileride kendinizi nerede görüyorsunuz veya görmek istersiniz?
İleride hâlihazırdaki tavrımı sürdürerek yaratmak, yazmaya devam etmek istiyorum. İyi metinler yazayım bana yetiyor. Şiir dışında mizah yazıları, ufak denemeler de yazıyorum. Yazdıklarımın iyi olmaları benim için en değerli şey. Bu kafayla gidersem, ömrümün sonunda kitapları sahaflarda bulunan, yaşarken değeri bilinmemiş, öldükten sonra da üniversite öğrencilerinden şiire meraklı olanların sahaflarda kitaplarını bulup, kıymetli bir hazine bulmuşcasına sevinerek kitaplarını aldıkları; değeri bilinmeden, zamanında kitapları okunmadan ölen bir şair olarak anılacağım sanırım (Gülüyor). Yo yo! Böyle olmasını istiyor değilim. Düşünceleri dillendirerek kendime çekmek de istemem. Neden erkenden ölüyorum yahu? Hayatıma dair en kötü senaryo bu ise, kabul edebileceğim bir en kötü senaryo olur ileriye dair. Onun dışında bilirsiniz işte. Her şey iyiyken güzel şeyler yapalım, kitaplarımız satsın falan. Bu kadar.
- kitabınız da yeni çıktı bu arada sizi tebrik etmek isterim. İlk kitabınıza kıyasla 2. kitabınız hakkında bize neler söylemek istersiniz?